Tarihi Tahrif Kurumu (TTK) Başkanı Yusuf Halaçoğlu, onlarca yılın umutsuz hedefi-tepemizde asılı kılıç olan 'birlik ve beraberlik' ülküsü konusunda nihai adımı atıp az kalsın hepimizi birleştiriyordu ki suçüstü yakalandı.
Doğal olarak da ırkçılık ve bölücülükle suçlandığında şaşkınlıktan iyice hırçınlaşmış bir bilim insanı olarak muradının bölücülüğün tam tersi olduğunu ünledi.
Gerçekten ve içtenlikle hayli uzun sürmüş başkanlığı süresinde muradının Anadolu'nun çok çatlaklı, mozaikle özdeşleştirilen tarihi ve kültürel mirasının üstüne şıpınişi beton dökme gayreti olduğunu defalarca kanıtlamıştı.
Halaçoğlu'nun, linççi bir kalabalık karşısında aslanlar gibi savaşan özbeöz Türk bir bilim insanı olarak dimdik durup heyheylenmesinde bir içtenlik okumak mümkün. Söylediklerine gerçekten inanıyor.
Gazetesinden atıldıktan sonra demokrasi mücahidi ilan edilen Emin Çölaşan gibi bu saldırılardan rütbesine rütbe ekleyerek çıkabileceğini umuyor besbelli. Ama artık makam arabasını yolda durdurup bizzat alnından öpecek bir Cumhurbaşkanı da yok. Kendini Bostancıbaşı sandığını daha vize meraklısı Belediye Başkanı'yken belli etmiş Başbakan tarafından kapı gösterilmeyeceği için mağdur durumuna da düşmeyecek. Dolayısıyla Halaçoğlu'nun 'galiptir, bu yolda mağlup' bir gazi olamayacağı da kesin.
Aslında daha önce de değerli tahrifat-tezvirat işlemleri sırasında suçüstü olmuş lâkin itibarından ve çalışma azminden hiçbir şey kaybetmemişti.
Baskın Oran, dün Radikal İki'deki mükemmel yazısında durumu özetlemişti.
Bu 30'lu yıllardan kalma tarihçi bilim insanımızın özgeçmişinde mükemmel noktalamalar mevcut.
Bir tarihçiden çok bir komplo teorisyeni, bir işkilli Türk olarak tanıdığımız Halaçoğlu, Orhan Pamuk'u da Nobel aldığında 'casus' ilan etmişti.
En az Çölaşan kadar gözükara ve egosu nefretle şişmiş bir milliyetçi olduğu için Hrant'ın cenazesindeki kalabalık bile bu bilim insanının asabını bozuyordu. Çölaşan, ne kadar katil sever olsa da sonuçta bir gazeteciydi. Şahsi fikirlerini yazıyordu. Halaçoğlu ise Başbakanlığa bağlı bir kurumun başında bulunan bir devlet görevlisiydi. Buna rağmen konuşurken en ufak bir çekincesi olmadığını biliyoruz: "Elde kafa biçimindeki pankartlar önceden hazırlanmıştı. Sanki bu ölüm onlar tarafından önceden biliniyormuş gibi tavır takındılar.
O kafalar sayesinde katılanlar iki misli göründü... kimler finansman sağladı?" demekte bir beis görmemişti.
Her fikirden insanın aklını başına toplayıp tarihçilere havale ettiği Ermeni katliamı konusuna kendini adamışlığına daha önceki çalışmalarından tanık olduğumuz Halaçoğlu'nun son yiğitlik gösterisi de kof çıkmıştı. Daha önce TTK ile Ermeni tarihçi Ara Sarafyan, Harput Ermenileri üzerine araştırma yapmak üzere sözleşmiş, ancak Halaçoğlu'nun 1915 yılı Harput'una ait belgeler bulunmadığını açıklamasıyla çalışma daha başlamadan sona ermişti.
Geçtiğimiz ekim ayında Gündem gazetesinde Nusaybin'in Kuru (Xirebaba) Köyü'nde köylüler tarafından bulunan toplu mezardan fotograflar yayınlandı. Pek çok kafatası ve kemik fotografları. Mezar yeri için kazılan araziden geniş odalı bir mağara, mağaradan birçok kemik çıkmıştı. İsveç'te 'soykırım uzmanı' olarak görev yapan Prof. David Gaunt, mezarın 1915 ve sonrasında katledilmiş Ermeni ve Süryanilere ait olabileceğini iddia etti. İddianın İsveç Parlamentosu'na taşınması üzerine Halaçoğlu, hodri meydanı çekip Gaunt'a ortak araştırma önerisinde bulundu. Önceki gün ilk araştırma yapıldı.
İsveç'tan kalkıp gelen profesör Gaunt'u sevimsiz bir sürpriz bekliyordu. Nitekim on beş dakika süren 'saha çalışması'nın ardından durumun 'bilimsel açıdan bir kâbus' olduğunu söyleyecekti. Gaunt, sağanak yağmur altında mağaraya inildiğini ve gördükleri karşısında şaşkınlığa uğradığını anlatıyordu: "Mezara indiğimizde daha önce fotoğraflarda görülen iskeletler ve kafatasları yoktu. Birkaç kemik parçası dışında mezar boştu. Bütün yolu, içinde neredeyse hiç iskelet olmayan bir mezara atlamak için mi geldim...? Üstelik iskeletlerin olmadığına bir tek ben şaşırdım. Diğer profesörler, kaymakam, arkeolog gayet mutlulardı. 'Nerede iskeletler?' demediler.
Yağan yağmurun suyuyla kemiklerin toprağın altına gömülmüş olabileceğini söylediler ama kazıp çıkarma girişiminde bulunmadılar. Demek ki orada bir şey olmadığını onlar da biliyorlardı. Hiçbir koşul bilimsel çalışma yapmaya uygun değildi, bilimsel açıdan kâbus gibiydi."
Geçtiğimiz ekim ayında mezarın ilk halinin fotoğrafını çeken Dicle Haber Ajansı muhabiri Bergüzar Oruç, mezara ilk geldiğinde kemiklerin, iskeletlerin ve 50'ye yakın kafatasının sayılabildiğini söylüyor. Şimdi ise sadece birkaç kemik kaldığını teyit ediyordu.
Bu arada Halaçoğlu, mezarın Roma döneminden kalma olduğu iddiasında ısrarlıydı. Her fırsatta bu görüşünü tekrarlıyor, "Antropologlara, adli tıp uzmanına, savcıya falan gerek yok; işte gittik gördük, örnek aldık, bunlar Roma kalıntılarıdır" diyordu. Gaunt'a göreyse durum farklıydı: "Mezar Romalılardan kalmış olabilir ama Romalılar ölülerini çok daha özenli gömüyorlardı. Fotoğraftaki iskeletler dağınık bir şekilde duruyordu. Romalılar o şekilde gömmüyorlardı ölülerini. Ayrıca biliyoruz ki, I. Dünya Savaşı sırasında yaşanan olaylarda cesetleri kuyulara, mağaralara atıyorlardı. Mezar mekânı Romalılara ait olsa bile, kemiklerin kime ait olduğu hâlâ belli değil. Kimdi o insanlar?"
Halaçoğlu, "Yağmurla içeriye yarım metre su dolmuş, biraz da toz toprak girmiş ve kemiklerin üzeri örtülmüş," diyor. Ona kalırsa araştırma, mağara Roma dönemine ait olduğu için son buldu. "Dedim ki, parça ister misiniz, topraktan, analiz yapacak mısınız?
Yok dediler. Çünkü kemikler Roma dönemine aitti. Eline kazmayı da verdik, küreği de. Bakmadı bile."
David Gaunt yanıtlıyor: "Toprağı kazıp örnek alabileceğimi, bazı küçük kemikleri alabileceğimi söylediler. Bunun bilimsel çalışma için yeterli olmayacağını, normal bilimsel prosedürü takip edip etmediğimizden emin olmadığımı söyledim."
TTK (Tarih Tahrip Kurumu) Başkanı Halaçoğlu, Cumhuriyetini seven mutlu bir Türk. Yani bir Mutlu Türk Bilim İnsanı.
Şimdi de çıkmış sinsice Ermenilikten dönenlerin nüfusumuzdaki yoğunluğu üstüne değerli bilimsel açıklamalarda bulunuyor. Taha Akyol türü bezdirici sonradan görme liberaller tarafından anlayışla karşılanan tezi gerçekten tüyler ürpertici.
30'lu yıllara yaraşır tezi, bir taşla bütün kuşları vurup Cumhuriyet'i yeniden esas demografik temellerine oturtma çabasını yansıtıyor. Onun için oldukça acul ve fazlaca gayretkeş. Bu teze göre, Kürtler zaten yoktular. Hiç olmadılar. Onlar Türkmen boyu.
Alevi diye dışlananları da Kürt sanmayın. Onlar Türk.
Alevi Kürt denilegelenler de MAALESEF Ermeni.
Dağların alikıran başkeseni Kürtler de zaten dönme Ermeniler. Öldürünce sünnetsiz çıkıyorlar. Ki Akşener bacı zamanında bunu belirtti diye Ermeni cemaatinden özür dilemek zorunda kalmıştı.
Hicap duymadan 'Maalesef Ermeni' diyebilen bir adam, ırkçı olduğunu reddediyor.
Elindeki listelerden kişisel hazinesi olarak bahsederken de devleti adına bir itirafta bulunmuş oluyor. Ama bunları zaten biliyorduk. Minnesota Üniversitesi öğretim üyesi Taner Akçam anlatıyor: "1915'de tehcirin ölüm demek olduğunu hemen hemen herkes biliyor. Hayatlarını kurtarmak için bazı Ermeniler Müslümanlığa geçtiler. Başlangıçta müsaade edildi. Fakat canlarını kurtarmak için çok sayıda Ermeni din değiştirince, özel bir emirle din değiştirme yasaklandı. Dönmelerin bol miktarda seyahat ettikleri görülünce hükümet bu Ermenilerin nüfus kayıtlarına özel bir işaret koyulması ve nüfus cüzdanlarının 'dönme' oldukları anlaşılabilecek şekilde doldurulması gerektiğini bildirdi. Yani 1930'larda dönmeleri tespit etmek için özel bir çalışma yapmaya gerek yok. Çünkü elde yeteri kadar belge vardı. Bugün bile meselâ, askeri okullarda bile vatandaşların etnik kökenine dikkat edilir. Eğer yok edilmediyse bu din değiştirenlerle ilgili belgeler Osmanı dönemine ait arşivlerde halen bulunuyor. Dönemin yabancı kaynaklarında da belgeler mevcut. Asıl ve en önemli kaynak Osmanlı arşivleri."
Kısacası, Halaçoğlu, bir bilim insanı değil, öncelikle Türkiye Cumhuriyet tarihinin duramamış patlamış bir bekçisidir. Tarihin iyi olduğunu kim söylemiş?
Düşüncelerimizi ve eylemlerimizi şekillendiren hakim anlatıları sorgulamak istiyoruz. Bu anlatılar hakkında farkındalık kazanmak ve böylece kendimize yeni bir ifade alanı yaratmak için tartışıyoruz, okuyoruz ve biraradayız.
Bizler hem kendi coğrafyamızda hem de dünyada varolan adaletsizliklere karşı sorumluluk duyuyor ve yaşamlarımızı bu bilinçle şekillendirmeye çalışıyoruz. Bu çabamızı paylaşmak ve bizimle benzer kaygıları olan insanlarla birarada olmak istiyoruz.
28 Ağustos 2007 Salı
Maalesef Ermeniyiz! /Yıldırım Türker
Etiketler: Basın'dan
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder