Bugün içinde yaşadığımız toplumun sorunlarını anlayabilmek ve bu sorunların kökenlerini kavrayabilmek için yakın Türkiye tarihi okuması fikriyle yola çıktık.

Düşüncelerimizi ve eylemlerimizi şekillendiren hakim anlatıları sorgulamak istiyoruz. Bu anlatılar hakkında farkındalık kazanmak ve böylece kendimize yeni bir ifade alanı yaratmak için tartışıyoruz, okuyoruz ve biraradayız.

Bizler hem kendi coğrafyamızda hem de dünyada varolan adaletsizliklere karşı sorumluluk duyuyor ve yaşamlarımızı bu bilinçle şekillendirmeye çalışıyoruz. Bu çabamızı paylaşmak ve bizimle benzer kaygıları olan insanlarla birarada olmak istiyoruz.

15 Eylül 2007 Cumartesi

12 Eylül Haftasında...

Rıfat Bali'den Seksenler ve Doksanlar Değerlendirmesi

“Günümüzden geriye dönüp seksenli ve doksanlı yıllara baktığımızda, gözler önünde beliren ilk görüntü yetmişli yılların puslu ve karamsar havasına kıyasla seksenli ve doksanlı yılların daha “dinamik” ve “renkli” oluşudur. Gözler önünde canlanan manzara Bedri Baykam’ın modern resimlerinden birini andırmaktadır. Resmin seksenli yıllar köşesinde “icraatın içinden” programlarında “sevgili vatandaşlar”ına seslenirken elinde tuttuğu altın Cross dolmakalemiyle Turgut Özal, onun yanıbaşında Semra Özal ve çevresinden eksilmeyen ünlü işadamlarının eşleri vaya popüler kültüre varolan deyimle “papatyalar”, ithalatın serbestlesmesiyle birlikte vitrinlerde ve manav tezgahlarında aniden beliren Nescafe, sigara, Çikita muz, ithal peynir ve oyuncakları önce hayran hayran seyreden, sonra da kanıksamış bir havayla satın alanlar görülüyor. Geri planda ANAP’ın “Arım Balım Peteğim” şarkısı çalmakta. Doksanlı yıllara gelince tablodaki aktörlerin hem fiziki görünümleri, hem de davranışları değişmiş durumda. “papatyalar” yerlerini işkadınları, işadamları, iletişimciler, reklamcılar, yazarlar, dergi editörleri ve televizyon yapımcılarına bırakmış. Hepsi genç, enerji dolu ve ellerinde tanınmış markaların alışveriş poşetleriyle vitrinleri gezerek, hızlı hızlı yürümekteler…” (s.17)

“Seksenli ve doksanlı yıllarda Türkiye’nin ekonomik alanda yüksek enflasyona ve borçlanmaya dayalı büyüme modeli seçmesi sonunda, alt sınıfların gelir kaybına uğraması pahasına, toplumsal piramidin orta ve üst katmanlarında yer alan kesimlerin geliri arttı. Kısa sürede yüksek gelir düzeyine erişen bu kişiler seksen sonrası Türkiyesi’nin yeni elitlerini teşkil etti. İş dünyası da reklamlarında önemli bir kısmı genç, kentli, iyi eğitimli ve yüksek gelir düzeyli bu yeni sınıfı hedefledi, bu kesimin beğenisine hitap edecek ve dikkatini çekecek mesajlar vermeye gayret etti. Pazarlama ve reklam dünyasının bu acımasız kuralları ister istemez toplum içinde bir “bizler” ve “ötekiler” saflaşması yarattı.” (s.20)

“Batı’nın Türkiye ve Türk işadamı hakkındaki olumsuz peşin yargıları nedeniyle özel sektörün patron ve yöneticileri Batılı muhataplarının karşısına çıktıklarında, deyim yerindeyse, bayramlık giysileriyle çıkmak, “Ortadoğulu kurnaz, dalaveracı tüccar” olmayıp batılı muhataplarından ayırd edilemeyecek düzeyde kültürlü işadamları oldukları izlenimini vermek istediler. Bunun için de yapılması gereken şey yönetici sınıfını baştan aşağıya yenilemek ve yeniden yaratmaktı. Bu nedenle işadamları en başta giyime önem verip sürekli temasta oldukları Batılı muhataplarını örnek alıp en az onlar kadar itinalı giyinmeye başladılar. Bu nedenle seksenli yıllarda “şık ve özenli” giyinmek genç yönetici kuşağının en önemli özelliği haline geldi.” (s.44)

Rıfat Bali, Tarz-ı Hayattan Life Style’a

Hiç yorum yok: